Anksiyete Bozukluğunda Biliş ve Davranışlar
Bilişsel ve davranışçı tedaviler, psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde uzun süredir kullanılan en etkili tedavi yöntemlerinden biridir. Tedavideki rolleri ruhsal hastalıkların daha iyi anlaşılması ve kavramsallaştırılmasına verdikleri katkı ile büyümektedir.
Bu yazımızda bilişsel-davranışçı modele göre anksiyete bozukluklarının oluşumunu ve bilişsel-davranışçı terapinin anksiyete bozukluğu tedavisindeki rolünü anlatacağız.
Bilişsel modele göre, ruhsal sağlığımızı bozan öfke, mutsuzluk, anksiyete, endişe, kuruntu gibi olumsuz duygular, yaşanan olayın kendisinden çok, olaylarla ilgili zihnimizde yaptığımız yorumların bir sonucu olarak ortaya çıkar. Her bir olumsuz duygu, yapılan uygunsuz yorumla bağlantılıdır.
Konumuz olan anksiyete duygusunun temelinde fiziksel veya ruhsal bir tehdit veya tehlike algısı/yorumu yatar. Gerçek ya da değil, herhangi bir durum veya duyum, birey tarafından tehlikeli olarak yorumlandığında anksiyete oluşmaya başlar. Burada bedensel, bilişsel ve davranışsal değişikliklerle giden karmaşık bir yapı vardır.
Aslında bizi harici tehlikelerden korumaya yönelik olarak ilk atalarımızdan genetik miras yolu ile aktarılmış olan anksiyete programı, gerçek işlevini yitirerek somut tehlike yerine imgesel durumlara yöneldiği ve uygunsuz ve abartılı tepkilerle kendini gösterdiğinde, anksiyete bozukluğuna dönmüş demektir. Burada bir kısırdöngü söz konusudur ve anksiyete alevlenerek kronikleşecektir.
Anksiyete bozukluklarında iki tür kısırdöngü işler. Birinci döngüde anksiyetenin bedensel ve bilişsel belirtilerinin tehdit ve tehlike algısını arttırmasıdır. Örneğin, topluluk önünde konuşmaktan çekinen kişinin yüzü kızaracak, vücudu terleyecektir. Bunlar ortaya çıktığında kişi, karşısındakilerin durumu fark ederek onu ayıplayacağını düşünür, utanç verici bir duruma düştüğü endişesiyle anksiyetesi şiddetlenir, terleme ve kızarma daha da artar. Ya da panik bozukluğu olan bir kişi sıradan bir kalp çarpıntısını kalp krizi geçirdiğine yorumluyorsa, çarpıntı anında anksiyete şiddetlenecek, anksiyete düzeyi arttıkça kalp daha da hızlı atacak, bu da hastanın kalp krizi geçirdiğine dair inancını güçlendirecektir.
Anksiyete bozukluklarında ikinci kısırdöngü ise korkulan sonuçları önlemek için kullanılan işlevselliği olmayan bilişsel ve davranışsal stratejilerdir. Örneğin, panik atağı bulunan birçok hasta, toplu taşıma araçlarında yoğun sıkıntı yaşadığında bir an önce araçtan inmeyi tercih eder. Bu sayede panik atağı durdurduğuna, kalp krizi geçirmekten ya da bayılmaktan kurtulduğuna inanır. Bu da hastalığın gerçek yapısını görmesini engelleyecek, kısır döngü çalışacaktır. Halbuki araçtan inmeyip, beklese ve tedavi gereklerini uygulayabilseydi kalp krizi geçirmediğini görecek, hastalıktan kurtulmada büyük bir adım atılmış olacaktı.
Anksiyete bozukluğu olanlar şu bilişsel hataları yaparlar.
1.)Birey hangi uyaranlara anksiyete tepkisi veriyorsa, bu uyaranlar gerçekte olduklarından daha tehlikeli ya da tehdit edici olarak algılanır. Vücutta duyulan karıncalanma hissinin felç geçiriyor olarak algılanması gibi.
2.)Anksiyete bozukluğu olan hastalar korktukları olumsuz sonuçların oluşma olasılığını gerçekte olduğundan çok daha yüksek olarak algılarlar. Uçak fobisi olan hastaların, uçak kazasına uğrama riskinin trafik kazalarına göre daha düşük olduğunu kabul edememeleri gibi.
3.)Anksiyete bozukluğu olanlarda her zaman en kötü senaryo söz konusudur. Eve geç kalan çocuk mutlaka trafik kazası geçirmiştir, sosyal fobili bir kişi sunum yaparken mutlaka şaşıracak, karşısındakiler onu istemeyecek, ayıplayacak, küçük görecektir. Bu durum psikiyatri ve psikolojide felaketleştirme olarak isimlendirilir.
4.)Anksiyete bozukluğu olanların, korktukları sonucun oluşmaması için uyguladıkları senaryolar, taktikler vardır. Bu hastalar panik atak geçirme olasılığı nedeniyle kendini bir an önce dışarıya atabilmek için belediye otobüsünde kapıya yakın ayakta bekleyebilir, yanında güvendiği biri olmadan alışverişe gitmeyebilir, kalp krizi endişesi duyan bir hasta yanında mutlaka ilaç taşır, fenalaştığı hissine kapılan hasta yanındakiyle konuşarak ilgisini başka bir noktaya çekmeye çalışır. Bu taktiklerin amacı korkulan ortamlarda güvence sağlamak, korkulan sonucun oluşmasını engellemektir. Bunlar korkulan sonucun oluşmayacağını görmeyi engelleyerek hastalığın devamında rol oynar.
5.)Anksiyete bozukluğu hastaları için, anksiyetenin bedensel belirtileri (çarpıntı, terleme, hızlı soluk alıp verme, vücutta karıncalaşma gibi) tehlike algısının (kalp krizi geçirme, bayılma, felç geçirme gibi) gerçek olduğunu gösteren delillerdir. Bu ise anksiyeteyi arttıran ve besleyen kısırdöngü oluşturur.
Anksiyete bozukluğu olanlarda şu özellikler bulunur.
1.)Bu kişilerde tehlikeyi taramaya yönelik seçici dikkat vardır. Örümcek fobisi olan bir kişinin göze görünmeyecek yerdeki örümcek ağını fark etmesi, panik bozukluğu olan bir kişinin kalp atımlarına odaklanması ya da televizyonda kalp kelimesi geçer geçmez işi gücü bırakıp televizyon karşısına geçmesi seçici dikkatten kaynaklanır. Odaklandığı konudan tehlike işareti alan kişi, bunu yanlış olarak tehlikenin arttığı biçimde yorumlar ve anksiyete artar.
2.)Anksiyete bozukluğu olanlar adrenalinin fizyolojik etkilerini daha çabuk algılarlar. Terleme, çarpıntı, hızlı soluk alıp verme gibi bedensel duyumlar tehlikenin artması olarak yorumlanır. Tehlike algısı adrenalin salgısını daha da arttırır ve kısırdöngü gelişir. Sosyal fobili bir hastanın topluluk önünde konuşurken terleme ve yüz kızarmasını algılaması, utanç verici duruma düştüğü inancını arttırır, daha da fazla salgılanan adrenalin tüm fizyolojik değişiklikleri şiddetlendirir, kişi panik atak bile geçirebilir.
3.)Anksiyete bozukluğu olanlarda davranışsal bir kısırdöngü vardır. Potansiyel olarak tehdit edici herhangi bir uyaran, seçici dikkat nedeniyle odak noktası olur ve tehdit algısı doğar. Korkulan sonucun oluşma olasılığı gerçekçi olarak değerlendirilemez. Çünkü kişi ya korkulan sonucun oluşmayacağını görmeye engel hatalı inançlara sahiptir ya da kaçma, kaçınma, yansızlaştırma, kontrol etme, güvence arama gibi patolojik savunma mekanizmalarıyla kendini kandırmaktadır. Bilişsel ve davranışsal etkenlerin tespiti tedavide yol gösterecektir.
Anksiyete bozukluklarının tedavisinde, güvenlik sağlamaya yönelik davranışların mutlaka üzerine gidilmelidir. Sosyal fobili bir hastanın ortamda komik duruma düşmemesini hiç konuşmamasına bağlaması, bir panik hastasının sinemadan tam zamanında çıkarak atak geçirmekten korunduğunu savunması, OKB’li bir hastanın çocuğuna olan saldırgan dürtülerini başka bir düşünce ile yansızlaştırarak yok etmesi bu tür davranışlardandır.
Güvenlik aramaya yönelik davranışları kategorize edecek olursak; ya anksiyete oluşturacak ortamlara hiç girilmez, ya en ufak bir anksiyete geliştiğinde ortam süratle terk edilir, ya da sokakta bayılma endişesi taşıyan bir panik hastasının alışverişe mutlaka bir yakınıyla gitmesi gibi tedbirler alınır.
Anksiyete bozukluklarının tedavisinde, anksiyetenin devamında rol oynayan etkenler açığa çıkarılabilirse tam başarı elde edilebilir. Tek başına davranışçı terapilerle sonuç alınamayabilir. Çünkü ellerini yıkamasına izin vermediğiniz obsesif bir hasta zihinsel kompulsiyonlar yaparak kendini korumaya alabilmekte ya da tek başına yolda yürümeye teşvik edilen bir panik hastası kaldırımda duvara yakın yürüyerek bayılma anında kendini koruyabileceğini düşündüğü güvenlik sağlayıcı tedbirler alabilmekte, bunlar da tedavinin seyrini olumsuz etkilemektedir.
Özetle, bilişsel-davranışçı yaklaşımlar anksiyete bozukluklarının anlaşılmasında ve tedavisinde psikiyatristlere yol gösteren önemli bir yöntemdir. BDT (Bilişsel Davranışçı Terapi)’nin diğer psikoterapi yaklaşımlarına göre anksiyete bozukluklarının tedavisinde daha etkili olduğu söylenebilir.
Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi, Bilişsel Davranışçı Terapi Antalya.
Psikiyatrist ve Psikoterapist Emine Filiz Uluhan.