Kimlerde ve Neden Depresyon Olur
Depresyon oluşumunda genetik, biyolojik ve psikososyal etkenler rol oynar ve bunlar iç içe girmiştir. Depresyon çok etkenli bir hastalık olup, çeşitli belirtilerin eşlik ettiği bir sendrom olarak da ele alınabilmektedir. Bu yazımızda biyolojik depresyon nedenlerinden söz etmeden, depresyonun psikososyal yönüne gireceğiz.
Klasik psikanalitik kurama göre depresyon:
Freud’un ‘’Yas ve Melankoli’’ kitabı depresyonun psikoanalitik açıklamasını yapan en değerli, klasik kaynaktır. Freud, depresyonu tamamlanmamış yani çözüme ulaşmamış bir yas tutma olayı olarak açıklar. Normal yas durumunda benlik kendi gücüyle kişinin yitirilen nesneden ayrılmasını sağlayarak çözüme ulaşılırken, depresyonda bu başarılamamaktadır.
Yas, sevilen bir kişinin kaybı-ölümü gibi nesne yitimi kaynaklı olabileceği gibi, idealler, beklentiler, ünvanlar, bağımsızlık, yeterlilik gibi soyut değerlerin yitimine karşı da gelişebilir. Yas durumunda büyük bir hayal kırıklığı, hüzün ve depresyonun tüm belirtileri yaşansa da, bilinç devrededir ve benliğin gerçeği değerlendirme işlevinin yardımıyla sevilen nesnenin artık olmadığı bilincine varılır, bu gerçeklik kabul edilir.
Depresyonda ise yasta olduğu gibi gerçek bir nesne kaybına bağlı reaksiyon olabildiği gibi çoğu kez gerçek bir kayıp yoktur. Sevgi nesnesi tarafından reddedilme, hayal kırıklığına uğratılma gibi duygular ana etkendir. Depresyonda asıl olan bilinçdışında düşünsel olarak yaşanan kaybetmiş olma duygusudur. Depresyondaki kişi kaybedilen nesneyle olan daha önceki ilişkisinin yıkıldığını algılamaktadır. Kendi iç dünyasında neyi kaybettiğini anlayamaması ise klinik tabloyu derinleştirmektedir.
Yasta kaybedilen nesne içe alınıp (introjeksiyon) onunla seçici özdeşim yapılarak, kaybedilenin seçilmiş yanları kişinin kendisine mal edilerek yaşatılmaya devam edilir. Onun yolundan yürüme, onun ideallerini gerçekleştirmeye çalışma, onun davrandığı gibi davranma, onun bazı özel eşyalarını yanında taşıma gibi eylemler kaybedilen nesne ya da varlıkla dış dünyada ilişki kurmayı sağlamakta, kişi depresyondan korunmuş olmaktadır. Bu nesneler kişi tarafından istenildiği kadar korunabileceği gibi istenildiğinde yok edilme olasılığı da verir
Kaybedilen nesnenin var olmadığı gerçeği birey tarafından yavaş yavaş kabul edilir. Bunun nedeni yaşamanın verdiği narsisistik doyumun ağır basması, benliğin tüm enerjisini vererek kaybedilen nesneden ayrılmayı kabullenmeyi başarmasıdır. Ortalama 1 yıl içinde yas süreci tamamlanır ve kaybedilen kişi kendilik temsilinden tam olarak ayrışarak, bir zamanlar var olmuş, şimdi yok ancak geçmişe ait bir öge olarak saklanacak kıymetli bir hazine olacaktır. Bu süreç bilindışından bilince doğru gidiş gösterir ve psikopatoloji yaratmaz.
Süreç bilinçdışında süregider ve çözüme kavuşmazsa psikopatolojiye kayacak, depresyon gelişecektir. Bunu nedeni kişinin benlik saygısını koruyabilmek için dış desteklere ihtiyaç duyan, bağımlı bir yapıya sahip olmasıdır. Birey için bağlanılan sevgi nesnesi narsisistik destek almaya yönelik, aşırı bağımlı, olgun sevgiden uzak oluşturulmuştur. Bundan dolayı kişi o nesne ya da onun sevgisi olmadan yaşayamayacağı duygusu içindedir. Bu kişiler yeni doğan bebeğin anneye mutlak bağımlı olduğu dönemi tam atlatamamıştır.
Aslında yaşanan basit bir sevgi değil, sevgi-nefret gibi ikilemli çatışmalarla karmaşık hale gelen libidinal bir yatırımdır. Onsuz yaşayamayacağı, tüm güzelliklerin ve iyiliklerin onda toplandığı gibi duygular bilince çıkarken, öfke, kızgınlık, nefret gibi olumsuz duygular bilinçdışına bastırılmakta, bilinçdışında nesneyle ilgili büyük bir iç savaş yaşanmaktadır.
Bu ikilem farklı nedenlerden kaynaklanabilir. Yapısal olduğunda, benliğin sadece bu nesneyle değil, tüm nesnelerle olan sevgi ilişkilerinde aynı durum yaşanacaktır. Bazen de aldatılma, önemsenmeme, sevilmeme gibi olaylar tarafından tetiklenmiştir veya o nesneyi ve onun sevgisini kaybetme tehdidiyle ortaya çıkmıştır. Yapısal bir sorun varlığında yaşanılan olumsuz olaylar çok daha çabuk psikopatolojiye kayabilir.
Psikopatoloji noktasında nesne terk edilse bile onun sevgisinden vazgeçilemediğinden libidinal enerji başka bir nesneye yönlendirilemez ve benliğin içine çekilir. Kaybedilen nesne kendine ait kendilik temsilinden ayrıştırılamaz ve kayıp sonrasında da hala kaybolmamış gibi yaşanır. Bilinçdışında ise kaybedilen nesnenin olumsuz yönleri, kişiyi bu temsilin yok edilmesi yönünde zorlarken, sevgi yönü korunması için çabalar. Bu çatışan duygular anksiyete doğururken, bilinçdışı yaşanan onu yok etme isteği ise suçluluk duygularına neden olarak psikolojik dengeyi iyice bozar. Kişi kaybettiği nesneye yönelik olumsuz duygularını ortaya çıkaramadığında kendini cezalandırarak o nesneye acı çektirme yoluna gidebilir. Depresyon ve nihayetinde intihara kadar gidebilen durum görülebilir.
Normal yas halinde dünya kişiye boş ve değersiz gelse de benlikte zayıflama olmadığından benlik saygısında azalma ve değersizlik duyguları yaşanmaz. Depresyonda ise kişiye dünya değil, benliği değersiz ve boş gibi gelir. Benlik saygısındaki azalma depresyonu getirir ve değersizlik, kendini aşağılama, suçluluk duyguları gibi klinik bulguları doğurur.
Abraham, Freud’un görüşlerini geliştirmiş, erken çocukluk döneminde yeterli annelik ve yeterli bakım alamamanın depresyon gelişimine zemin hazırladığını, bunun da oral ve anal dönemlerdeki saplanma ile ilişkili olduğunu söylemiştir.
Depresyon oluşumunda klasik psikanalitik görüşü özetlersek;
1)Depresyon gelişimindeki ana defekt oral dönemdeki anne bebek ilişkisindeki düzensizliğe dayanır.
2)Depresyon gerçek ya da hayali bir sevgi nesnesinin kaybından doğabilir.
3)İçe alım (introjeksiyon) savunma düzeneği kayıp ile başa çıkmada kullanılan yegane düzenektir. İçe alınan nesne ile seçici özdeşim yapılırsa, bu durum tolere edilebilmektedir. Buna yas durumlarında rastlanır. İçe alınan nesne ile narsisistik özdeşim yapıldığında ise depresyon gelişir.
4)Kaybedilen sevgi nesnesine karşı sevgi ve nefret duyguları her zaman iç içe geçmiştir. Bu ayrım yapılamayıp öfke ve nefret gibi olumsuz duyguları birey doğrudan kendine yöneltirse depresyon gelişir.
Ego psikolojisine göre depresyon:
Ego (benlik) psikolojisi kuramına göre depresyon id-ego-süperego çatışmasından değil, benlik işlevlerinin bozulmasından kaynaklanır. Sevilme, beğenilme, takdir edilme, önemsenme gibi narsisistik destekler egonun güçlü biçimde durmasını sağlarlar. Terk edilme, aldatılma, işinden atılma, bulunduğu makamdan daha alt bir makama geçme gibi destekler yitirildiğinde ya da yitirilme tehlikesi doğduğunda kişi depresyona girebilir.
Bibring’e göre narsisistik destekler ortadan kalktığında kişi çocukluk dönemindeki ‘’çaresiz kendiliğe’’ geri döner. Bu geri dönüş depresyonun sebebidir. ‘’Ne olmak istiyordum (ya da neydim) ama şu anda ne oldum’’ duygusu depresyona neden olur.
Benliği ayakta tutan üç önemli narsisistik hedef vardır. Güçlü ve üstün olmak, iyi ve sevilir olmak, değer verilen ve sevilen olmak şeklinde sayabileceğimiz bu hedefler yıkıldığında depresyon ortaya çıkmaktadır.
Nesne ilişkileri kuramına göre depresyon:
Nesne ilişkileri yaş dönemlerine göre belirli aşamalar gösterir. Bu aşamalar uygun biçimde geçilmediğinde, saplanıp kalındığında ya da herhangi bir nedenle geri dönüldüğünde depresyon görülebilir.
Yaşamın ilk 6-8 aylık döneminde benliğin analiz ve ayrım gücü yoktur. Doyum veren şeyler iyi, rahatsızlık veren şeyler kötü olarak yani tüm yaşantılar siyah ve beyaz gibi iki kutuplu olarak algılanır. Nesne ve kendiliğin imaj ve temsilleri iç içedir. Nesne-kendilik füzyonu oluşmuştur. İyi ile kötü arasında birbirine geçmeler görülür.
Yaşamın 18-36. Aylarına kadar olan dönemde ise benlik ve zihinsel işlevler nispeten gelişip, nesne ve kendiliğin birbirinden ayrı oldukları algılanmaya başlamış olsa da, gerçeği değerlendirme işlevi yeni yeni oluşmaya başlamıştır. Nesne ve kendilik temsillerinin iyi ve kötü yönleri halen ayrı tutulmakta, birleştirilememektedir. Süperego da tam gelişmemiştir. Bu dönemde saplanıp kalındığında ya da bu dönem geri dönüldüğünde borderline hastalarda olduğu gibi suçluluk duyulmaz, kötü imajları içe alım nedeniyle depresyona girilir ya da kötü imajları doğrudan dışarıya vurarak paranoid psikopatolojiler sergilenir.
3 yaştan itibaren, ödipal dönemin sonuna kadar bütünleşme süreci tamamlanır. İki uçlu dönemin iyi ya da kötü ayrımı kaybolarak nesne ve kendiliğe ait iyi-kötü temsilleri birleştirilmeye başlar. Çocuk iyi ile kötü birleştirildiğinde iyiliğin tümüyle kaybolmayacağını, kötüye de göğüs gerebileceğini, anksiyete duygularıyla baş etmeyi öğrenecektir. Bu dönemde benliğin gerçeği değerlendirme ve süperego gelişimi tamamlanır. Bu dönem sağlıklı biçimde tamamlandıysa kişi gerek yas, gerekse depresif bozuklukları zarar görmeden atlatabilir.
Klein’a göre sevilen iyi objenin olumsuz taraflarının fark edilmesi, depresyonun temel sebebidir.
Bowlby’e göre çocukluk döneminde bağlanma gereksinimi sağlıklı biçimde karşılanmadığında bireyde güven duygusu yeterince gelişmez ve depresyona yatkın bir kişilik gelişir. Yani çocuğun bağımlılık ihtiyacı doyurulmadığında bu kişiler hem güvensiz hem de depresyona aday bireyler olacaktır.
Bilişsel (kognitif) kurama göre depresyon gelişimi:
Beck’in bilişsel depresyon kuramına göre depresyonda temel sebep, kişinin yaşadığı herhangi bir yaşam olayının, onda daha önceden mevcut, ancak işlevsel olmayan olumsuz şemaların harekete geçmesidir. (Şemalar, otomatik düşünceler, yanlış inançlar gibi kavramları www.antalyapsikiyatri.com ve www.antalyapsikiyatrist.com veya www.psikoterapi.pro web sitelerimizdeki bilişsel terapiye ait diğer yazılarımızdan ayrıntılı okuyabilirsiniz.)
Bilişsel modelde çocukluk dönemindeki deneyimler, öğrenme yoluyla bazı düşünce, çıkarım ve varsayımlara neden olur. Maalesef bu çıkarımların tümü işlevsel değildir. İşlevsel olmayan bu çıkarımlardan, olumsuz şemalar gelişir. Olumsuz şemalar herhangi bir yaşam olayı ile tetiklenebilir. Olumsuz şemalar olumsuz otomatik düşünceleri doğurur.(Değersizim, kötüyüm, layık değilim gibi) Neticede kişi kendine, geleceğe ve kişisel dünyasına olumsuz bakmaya başlar, depresyon belirtileri görülür.
Öznel çıkarsama, seçici odaklanma, aşırı genelleme yapma, kişiselleştirme, hep ya da hiç biçiminde düşünme, küçümseme ya da abartma depresyona yatkın kişilerde görülen başlıca bilişsel hatalardır.
Bilişsel kuramın öncüsü Beck, depresyon oluşumunda özel kişilik yapılarından da söz eder. Otonom depresif kişilerin yegane doyum kaynağı başarı olup, başarısızlık durumunda depresyon yaşayabilirler. Çünkü kendilerini yeterli hissetmeleri başarılı olmalarına bağlıdır.
Sosyotropik depresif kişiler ise ancak diğer insanlar ile olan ilişkilerinden sağladıkları yakınlık, destek ve sevgi ile kendilerini iyi hissederler. Bu ilişkilerde yaşanacak bir olumsuzluk depresyon nedeni olabilir.
Depresyon gelişiminde öğrenilmiş çaresizlik modeli:
Seligman tarafından geliştirilen bu teori de aslında bilişsel bir modeldir. Çocukluktan itibaren yaşanılan çaresizlik ve çaresizliğe yönelik çabaların boşa çıkması kişiyi depresyona yatkın hale getirmektedir. İleri dönemlerde herhangi bir olumsuz yaşam olayı ile karşılaşıldığında ‘’nasıl olsa bunun da üstesinden gelemem’’ duygusu kişiyi depresyona sokabilmektedir.
Depresyonda kişiler arası etkenlerin rolü:
Kişiler arası depresyon modeline göre depresyon kişiler arası ilişkiler zemininde oluşur. Depresyon ile kişiler arasındaki ilişkinin bozukluğu paralel gitmektedir. Kişiler arası psikoterapi bu bağlamda doğmuştur.
Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi, Depresyon Tedavisi Antalya.
Psikoterapist ve Psikiyatrist Doktor Emine Filiz Uluhan, Lara/Muratpaşa/Antalya.