Bilişsel Terapi
Bilişsel terapinin doğuşu filozof Epiktetos ile olmuştur. MS 100. yılda Anadolu' da köle olarak bir tarlada çalışan Epiktetos'un ayağındaki prangaların gevşekliği efendisinin dikkatini çeker ve prangayı sıkılaştırmak ister.
Epiktetos sahibinden bunu yapmamasını rica eder.Zaten kaçamayacağını, daha çok sıkılırsa ayağının kırılabileceğini söyler. Efendisi onu dinlemez, sıkılan pranga gerçekten de Epiktetos' un ayağının kırılmasına sebep olur. Duruma üzülen ve Epiktetos' tan hiçbir tepki gelmemesine şaşıran efendisi nedenini sorar. Epiktetos artık olanın olduğunu, kırılan ayağının bağırıp çağırmayla düzelmeyeceğini, bunun için kendini üzmenin bir faydası olmayacağını söyler. Bundan çok etkilenen köle sahibi, Epiktetos' u azat ederek özgürlüğünü verir. Serbest kalan Epiktetos' un felsefi düşünceleri giderek ünlenir, Roma' ya giderek imparator Marcus Aurelius' un desteğinde çalışmalarını sürdürür. Ayak kıran bir pranga da, dünyaya büyük bir felsefeci kazandırır.
Epiktetos' un felsefi görüşüne göre iç huzura kavuşmak, yaşam gerçekliğinin bizim kontrolümüzde olan ve olmayan öğelerden oluştuğunu kabul edip, bunları birbirinden ayırmakla mümkündür. Su yolunda akacaktır, dünyayı bize uydurmak veya kurallarımızı dünyaya dayatmak mümkün değildir. Bu ancak acı ve rahatsızlık verir. "İnsan insanın kurdudur" atasözümüzde de belirtildiği üzere insana diğer insanlar veya çevresel nesnelerden ziyade sadece kendi tutum ve inançları zarar verebilir. Somut varlık ve eylemler değil, onlara yüklediğimiz anlamlar insanları esasında rahatsız etmektedir.
Bu ana fikir doğrultusunda, bilimsel anlamda bilişsel terapi ise, 1960' larda Amerika' da Pennsylvania Üniversitesi' nde Aaron T. Beck tarafından depresyonlu bir hastanın işlevsel olmayan düşünce ve davranışlarını değiştirmeye yönelik, yapılandırılmış bir psikoterapi çalışması ile doğmuştur.
Bilişsel model, psikolojik bozuklukların altında, hastanın ruhsal durumunu ve davranışlarını etkileyen çarpıtılmış ya da işlevsel olmayan düşüncelerin bulunduğunu savunur. Çarpıtılmış ve işlevsiz düşüncelerin, gerçekçi bir şekilde analiz edilerek yeniden kurgulanması duygu ve davranışlarda düzelmelere yol açacaktır. Kalıcı düzelmeler ise hastanın işlevsel olmayan temel inançlarının değiştirilmesiyle mümkündür.
Tekrarlayıcı depresyonlar, obsesif kompulsif bozukluk, kaygı bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu, mani, paranoid durumlar, kişilik bozuklukları, kronik ağrı, hipokondria, şizofreniler, panik bozukluk, sosyal fobi, madde bağımlılığı, yeme bozuklukları ve cinsel fonksiyon bozukluklarında belirli önyargılar mevcuttur. Yani bilişsel bir sapma vardır. Bu nedenle bilişsel terapilerden fayda görürler.
Bilişsel terapi, bireysel psikoterapilerin yanı sıra grup terapileri, çift terapileri ve aile terapilerine de çok uygundur.
Bilişsel terapi, insanın zihinsel süreçlerinin bilimsel yöntemlerle araştırılmasına dayanmaktadır. Burada ana fikir, iç zihinsel süreçlerin sadece dürtü ve isteklerden ibaret olmayıp, bilinçli düşünme süreçlerinin de duygu ve davranışlar üzerinde etkili olduğudur. Ayrıca bilinçli çaba ile bu süreçlerin içeriğine girilebilir ve düzenleme yapılabilir.
Bilimsel olarak tedavi sürecinde, belli bir ruhsal bozukluk bilişsel olarak formüle edilir ve bu formülasyon o hastanın anlaşılmasında kullanılarak, düşünce ve inançlarda değişim sağlanır.
Bilişsel kuramda temel ilke, olayların kendisinin değil algılanma ve yorumlanma tarzının önemli olduğudur. Her hangi bir durumun nasıl algılandığı ise temel inançlardan kaynaklanmaktadır. Temel inançlar, kurallar, beklentiler, tutumlar, varsayımlardan oluşan ara inançları, ara inançlar da otomatik düşünceleri doğurmaktadır. Otomatik düşünceler de duygu ve davranışa yansımaktadır.
Örneğin, matematik dersinden başarısız olan ve matematiği çalışmayan, çalışmak istemeyen, matematik dersinin olduğu gün karın ağrıları çeken bir öğrenciyi ele alalım. Burada temel inanç " yetersizlik" olabilir. Yetersizlik temel inancı, matematiği anlamıyorum, demek ki aptalım ara inancını, bu ara inanç ta matematik çalışmaya ne zaman otursa " çok zor", " matematiği asla anlayamayacağım" otomatik düşüncesini doğurur. Bu düşünce de üzüntü duymasına, davranışsal olarak kitabı kapatıp, ders çalışmaktan vazgeçmesine ve fizyolojik olarak karın ağrısına sebep olur.
Bir başka örnekte de, gerekmediği halde güzelleşmek için estetik ameliyatlar geçiren veya zaten bana hiçbir şey yakışmıyor, güzel olma şansım yok diyerek öz bakımını ihmal edip, bakımsız şekilde gezen genç bir kadının temel inancında sevilmeme, ara inancında da sevilmek için mutlaka güzel olmam gerekli ya da sevilmediğime göre yeterince güzel değilim gibi bir yargının yattığını söyleyebiliriz.
Bilişsel terapinin ilkelerini şöyle özetleyebiliriz.
- Terapi boyunca, danışanın halihazırdaki düşünceleri ve sorunlu davranışları, bilişsel modelin bakış açısıyla formüle edilerek, hastaya ara inanç ve temel inançları gösterilir. Sürekli gelişen bir formülasyonla, danışanın kendisini rahatsız eden duygularla ilişkili düşüncelerini belirleyip, değerlendirerek, onları işlevsel hale dönüştürmeyi öğrenmesi sağlanır.
- Bilişsel terapide, danışan ile terapist arasında sağlam bir terapötik ilişki kurulması gereklidir. Terapistin ilgili, sıcak, içten ve şefkatli yaklaşımı bu ilişkiyi güçlendirir. Danışan, terapinin bir ekip çalışması olduğunu anlamalı, ev ödevlerini aksatmadan yerine getirmeli, tedavi sürecine aktif olarak katılmalıdır.
- Bilişsel terapide, sorun ve hedef saptanarak, onun üzerine odaklanılır. Örneğin; kendini yalnız ve istenilmeyen olarak hisseden danışanın, bu sorunu baz alınarak, yeni arkadaşlar edinmek ve halihazırdaki arkadaşlıkları daha pekiştirmek gibi hedef belirlenebilir. Ya da üniversite sınavına hazırlanmakta isteksiz davranan bir gence, yaşamak istediği bir şehirdeki üniversite bölümü belirlenerek, temelde yatan başaramam, kazanamam, yetersizim inancını yenmek amacıyla başarılı olduğu fakat kendisinin farkında olmadığı ders veya ders dışı alanları göstererek, motivasyonu ve kendine güveni sağlanabilir.
- Bilişsel terapide, öncelikle şimdiki zamanda yani halihazırda bugün rahatsız eden sorun ele alınır. Geçmişe yönelim, şimdiki zamana yönelik terapi çalışması bilişsel, davranışsal ve duygusal açıdan değişim sağlamadığında ve danışan eskiye ait konuşmakta ısrarlı ise yapılır.
- Bilişsel terapi, temelde bir eğitimdir. Terapötik süreçte, danışana kendi kendisinin terapisti olması öğretilmektedir. Sonuçta danışan, düşüncelerinin duygu ve davranışlarını nasıl etkileyip, yönlendirdiğini öğrenmekte, düşümce ve inanç yapısını kendi değiştirebilir hale gelmektedir.
- Bilişsel terapi süreci, sınırlı sürelidir. 1 ila 4 aylık bir süreçte, kişiyi hastalık belirtilerinden kurtaracak, hastalığın hafiflemesini sağlayacak, kendine sıkıntı veren sorunları çözmesine yardımcı olacak ve hastalığın tekrarlamasını önleyecek beceriler kazandırılır. Terapi süreci sonlandıktan sonraki ilk 1 yılda, ortalama 3 ayda bir destekleme görüşmeleri çoğu danışan için gerekli ve yeterli olmaktadır.
- Bilişsel terapide, her seansta, bir önceki haftanın özeti, önceki seansla ilgili geribildirimler, yeni gündem oluşturulması ve ev ödevlerinden oluşan, yapılandırılmış bir süreç söz konusudur.
- Bilişsel terapide, terapistin danışanı eleştirmesi ya da kendi görüşünü benimsetmeye zorlaması söz konusu değildir. Amaç danışanla işbirliği içinde, kanıtlara dayanarak, bireyin temel inançlarını ve düşüncelerinin ne anlama geldiğini ortaya koyacak şekilde kendisinin bulmasını sağlamaktır. Bu noktada kişi düşüncelerinin ne anlama geldiğini ortaya koyacak şekilde kendisi bulmakta, düşüncelerinin geçerliliğini ve işlevselliğini sorgulamaktadır.
Özetlersek, bilişsel terapi, işlevsel olmayan inançlardan kaynaklanan önyargılı bilgi işlemeyi, mantığa başvurarak değiştirmeyi ve bunu davranışlara yansıtmayı sağlayan bir psikoterapi yöntemidir.
Bazı ruhsal bozuklardaki sistematik önyargılar şöyledir.
Depresyon: Bireyin kendisi, dış dünya ve gelecek ile ilgili olumsuz düşünceleri vardır. Kendiliğini yetersiz ve değersiz olarak algılar. Geleceğe dönük kötümserlik ve umutsuzluk vardır. Kişi, bir olayın sonucuyla başa çıkma veya olayı kontrol etmede yetersiz ve yeteneksiz olduğu inancındadır. Kendine hedef koymada isteksizdir, sorunlardan kaçma eğilimindedir. Doğru kararlar veremeyeceğine dair inancı kararsızlık yaratır.
Kaygı bozuklukları: Gerek fiziksel, gerekse psikososyal tehlike varlığında evrensel tepki kaçış veya savunmadır. Kaygı bozukluklarında ise bu normal hayatta kalma mekanizması ya işlev bozukluğuna uğramıştır ya da aşırı işlev göstermektedir. Yani kaygılı kişinin tehlikeyi algılaması, yanlış ya da abartılı varsayımlara dayanır. Birey, olabilme ihtimali olan zararı gözünde büyütürken, kendi potansiyelini ve baş etme yeteneğini küçümser.
Panik bozukluk: Açıklanmamış her hangi bir bulgu ve duyumun felaket habercisi olarak algılanması söz konusudur. Göğüsteki bir ağrı kalp krizinin, baş dönmesi yaklaşan bir bilinç kaybının işaretidir. Temel inanç kalp, solunum, beyin gibi hayati sistemlerinin aniden çökeceğidir.
Fobiler: Belirli durumlarda fiziksel veya psikolojik zarara uğrama düşüncesi vardır ve bu durumlardan kaçınma tepkisi veririler. Sosyal fobilerde potansiyel tehlike, reddedilme, değersizleşme, küçük düşme, başarısızlık gibi inançlardır.
Paranoid durumlar: Diğerlerine karşı önyargılı tutum söz konusudur. Başkalarının kendine karşı adaletsizce yaklaştıkları fikrinde ısrar ederler. Öz saygılarında bir azalma yoktur. Gerçek bir kayıp olmamasına karşın engellenme, kötülük görme, adaletsizliğe uğramadan bahsederler.
Takıntı ve zorlantı: Güvenlik hakkında tekrarlanan uyarı ve şüpheler ile algılanan tehlikeyi önleme ritüelleri vardır. Normalde güvenli görülmesi gereken durumları tereddütle karşılarlar, tehlikeye dair şüphe içindedirler. Sorumluluk bilinçleri çok yüksektir.
İntihar: Yüksek derecede umutsuzluk ve sorun çözmede yetersizlik inançları vardır.
Anoreksiya nervosa: Sosyal kabul edilebilirliğini, değerini, özsaygısını kilosuna ve vücut şekline bağlamıştır. Hayatında kontrol edebileceği tek şey kilosudur, kilo alınca çirkin görünecektir, şişmanlama korkusu içindedir.
Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi.
Bilişsel Terapi Antalya.