Şizofreni ve Nedenleri
Modern psikiyatride 19. yüzyılda Pinel tarafından düşünce yeteneğinin ortadan kalkması ya da bozulması olarak ilk tanımlaması yapılan şizofreni, insanlık tarihi boyunca bilinen bir hastalıktır.
Amerika Birleşik Devletlerin’ de yaşam boyu prevalans %1 olarak bulunmuştur. Dünya ortalaması 0,5-1,5’ tur. Yani her 100 insandan birinde yaşamı boyunca şizofreni gelişecektir.
Ortalama 25 yaşlarında başlayan şizofreni, her cinsten, her ırk ve sosyal kesimden insanı tutabilen, yaşam boyu devam eden, süreğen bir hastalıktır.
Şizofreni tanısı tamamen psikiyatrik muayeneye dayanır. Psikiyatrik öykü ve ruhsal durum muayenesi tanıya götürür. Halihazırda şizofreni tanısı için bir laboratuvar testi, bir görüntüleme yönetimi yoktur.
Kadın ve erkeklerde eşit yaygınlıkta görülen şizofreni, erkeklerde biraz daha erken yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Şizofreni ailevi özellikleri ağır basan bir hastalıktır. Şizofrenili bir ebeveynin çocuğunda görülme riski %12, şizofrenili iki ebeveynden olan çocukta risk %40, şizofrenili hastanın çift yumurta ikizinde risk %15, tek yumurta ikizinde ise %47’ dir.
Amerika Birleşik Devletler’ inde bir psikiyatri çalışma grubu ilginç bir durum saptamıştır. Kış ve baharın erken dönemlerinde doğanlarda şizofreni oranı, yaz ve baharın geç dönemlerinde doğanlara göre çok daha yüksektir. Bu durum Avrupa’ daki birkaç psikiyatri merkezinde de onaylanmıştır.
Düşük sosyoekonomik gruplarda şizofreni görülme oranı çok daha yüksek iken, üst sosyoekonomik grupta olup çocuklarından çok yüksek beklentiye giren ebeveynlerin çocuklarında da risk artmaktadır.
Şizofrenili kişiler ortalamanın üzerinde doğal ölüm ve yüksek kaza oranlarına sahiptirler. Birçok şizofreni hastasına yüksek oranda diğer tıbbi hastalıklar da eşlik etmekte, bunların en az yarısına tanı konulmamaktadır.
Özkıyım (intihar) riski şizofrenide büyük bir sorundur. Psikiyatrik olarak şizofreni tanısı almış olguların %10’u özkıyım neticesi hayatlarını kaybederler. Şizofrenide özkıyım riski, normal popülasyondan 10-15 kat yüksektir.
Şizofreni hastalarında dikkat çeken bir özellik de yoğun sigara kullanımıdır. Olguların %75’ inden fazlası sigara içer ve bu tüm psikiyatri hasta grubu içinde en yüksek orandır. Sigara antipsikotiklerin metabolizma hızını arttırmakta, buna bağlı parkinsonizm belirtileri azalmaktadır. Vakalar bilinçdışında antipsikotik ilaçların yan etkilerini azaltmaya yönelik davranıyor olabilirler. Sigara kullanımına bağlı beyindeki nikotin reseptörlerinin doyurulmasıyla dış uyaranların algılanmasının azaldığı, varsanı gibi pozitif belirtilerin baskılandığı gösterilmiştir.
Alkol kötüye kullanımı, esrar ve kokain gibi madde kullanımı da şizofrenide sık gözlenmektedir. Hastalar bunu anksiyete ve depresyondan kurtulmak amacıyla ve hazza yönelik olarak tercih etmektedir.
Şizofreninin nörokimyasında dopamin, seratonin, glutamat ve GABA gibi nörotransmitterlerin rolü vardır. Günümüzde bilgisayarlı beyin tomografisi, manyetik rezonans, PET, SPECT, magnetik rezonans spektroskopi, fonksiyonel MRI gibi ileri nörogörüntüleme yöntemlerinde limbik sistem, bazal ganglialar, serebral ventriküller, frontal ve temporal loblarda şizofreniye spesifik birçok farklılıklar saptanmıştır. Fakat bunlar tanıda rutin olarak kullanılmamaktadır.
Şizofreni hastalarında özel bir göz hareket bozukluğu mevcuttur. Çoğu hasta hareketli görsel bir hedefi tam olarak izleyemez. Düz göz izleme hareketi ve sakkadik göz hareketlerinde bozukluk vardır. Bu bozukluk şizofrenide frontal lob tutulumuna işaret eder.
Psikiyatristler, şizofreni gelişiminde nörokimyasal, ailesel, genetik ve psikososyal etkenlerin yanında birçok teori ve hipotezden de yararlanırlar.
Freud’ a göre ego defektleri şizofreni gelişiminde temel rolü oynar. Çatışma dış dünyadan geliyor gibi görünse de alt benlikten gelen dürtülerin rolü büyüktür. Erken dönemdeki yetersiz nesne ilişkilerinin yarattığı çatışmalar ana faktördür. Hasta başa çıkamadığı dürtülerle dış dünyanın gerçeklerini bağdaştıramadığında dış gerçeklerden koparak, gerçekliğin olmadığı ilkel psikososyal gelişim dönemlerine gerilemektedir. Burada birincil narsizm dönemine kadar gerileme görülebilir. Tipik olarak bireyin bütün libidinal enerjisi kendine dönmüştür.
Şizofrenili birey oral dönemden sonraki ayrışmayı yapamaz, anne-çocuk ilişkisinden ayrılamaz, tam bir bağımlılık gösterir.
Güvenli kimlik duygusu asla oluşmaz. Kişinin benlik sınırları yıkılır, hasta kendisi ve dış dünyadaki nesneler arasındaki sınırı çizemez. Bu durumda dış dünyada gerçekleşen her şey kendi içinde oluyor gibi algılanır. Diğerlerini erken çocukluk dönemlerinde ayrımlaştırmayı başaramayan birey şizofreninin temel girdabına girmektedir. Bundan dolayı da otonomi kazanma, ebeveynlerden ayrılma, içsel dürtülerle baş etme ve dışsal uyaranların yoğunlaştığı ergenlik döneminde hastalık başlayabilmektedir.
Şizofreni, kişilerarası güçlükler olarak da tanılanabilir. Hasta anksiyeteden yoğun olarak kaçınma amacındadır. Bu nedenle ilişki kurmaktan kaçınır. Bunaltı yaratan bu çarpıtma parataksik çarpıtma olarak isimlendirilir. Hasta bir nevi panik durumundan, terör ortamından, savaş ortamından kaçmaktadır.
Psikanalitik görüş, çeşitli şizofreni belirtilerinin hastalar için özel anlamlar ifade ettiğini savunur. Örneğin, kişinin iç dünyasının dağılması dünyanın sonunun gelmesi gibi algılanabilir ya da varsanılar içsel korku ve istekleri yansıtabilir.
Öğrenme teorisinde, çocukların ebeveynlerini taklit ederken aldıkları işlevsiz ve rasyonel olmayan düşünme yollarına ağırlık verilir. Kötü öğrenme modelleri zayıf kişiler arası ilişkilere sebep olmakta, bu da şizofreniye zemin hazırlamaktadır.
Özel bir aile örüntüsü de şizofreni gelişiminde rol oynayabilmektedir. Şizofrenili çocukların anne babaları genelde topluma öfke beslerler. Psikiyatristler bu nedenle, çocuklarında şizofreni gelişmiş ailelerin suçlanmaması gerektiğini, iyi bir psikiyatristin bu konuda aileyi eğitmesinin önemine dikkat çekerler.
Davranış, tutum ve duygularla ilgili ebeveynlerinden çelişkili mesajlar alan çocuklarda şizofreni gelişme riski yüksektir. Bu gibi durumlarda çocuk ikili çıkmazın çözülemeyen karışıklığından kaçmak için psikotik döneme geri çekilmektedir.
Bazı psikiyatristler ise ebeveynler arasındaki bölünmenin, çocuğa aşırı yakın ve baskıcı davranan iki ebeveyn arasındaki güç mücadelesinin şizofreni gelişiminde rolü olduğunu savunurlar. Duygusal dışavurumu baskılayan, sahte bir sözel iletişim geliştiren ailelerde de çocuk otonomi kazanıp, diğer insanlarla iletişim kurmak zorunda kaldığında bunalmakta ve dağılabilmektedir.
Özetle psikiyatri dünyasında şizofreni ve şizofreni nedenleri hala büyük bir muammadır. Şizofreni hastaları için biz psikiyatristler kadar tüm toplum gereken sorumluluğu almalıdır.
Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi olarak, psikolog ve psikiyatrist kadromuzla şizofreniye büyük bir sosyal sorumluluk projesi olarak bakıyor ve bu amaçla gerek tedavi, gerekse eğitim ve destek noktasında her şeyi yapmaya çalışıyoruz.
Psikiyatri Antalya.
Psikiyatrist E. Filiz Uluhan.