Varoluşçu Psikoterapi Nedir
William Barrett varoluşçulukla ilgili meşhur kitabında, kendi hayatından o denli soyutlanan ve kendini bir sabah ölü bulana dek varlığından bile haberdar olmayan dalgın bir adamdan bahseder ki, ‘’her birimiz bir gün henüz kendi varoluşumuzun köklerine ulaşmamış olarak kendimizi ölmüş bir halde bulabiliriz’’ der.
Altta kaynayan, çağıldayan deneyimin derinliklerini veya az ötedeki vicdanın göz kırpmasını dikkate almadan, umarsızca, her şeyi yüzeysel yaşama hissine dokunur varoluşçuluk. Varoluşçu psikoterapinin irdelediği yegane mesele buradan doğar. Düşünmeden yaşamak veya soruşturmak.
Varoluşçu psikoterapi nedir? sorusunu, insan varlığının ve kaygının, üzüntünün, umutsuzluğun, yalnızlığın, izolasyonun ve amaçsızlığın yapısı hakkında derin sorgulama yapan bir yöntem olarak yanıtlayabiliriz. Anlam, yaratıcılık ve sevgi tüm bu sorular içinde kendine büyük yer ayırmıştır.
Varoluşçulukta iki temel kavram vardır;
- Otantik olmayan mod dediğimiz durumda kişi kendi hayatını anonim bir hayat olarak yaşar. Birey gerçekten kendisi olmak adına herhangi bir sorumluluğu almaktan kaçınır ve daha çok, kendiliğin ve dünyanın dışarıdan yapılmış tanımlarına teslim olarak kaygılarından geçici olarak kurtulmaya yani günü kurtarmaya bakar. Onaylanmış alışkanlıklar ve mevcut gelenekler doğrultusunda sahte bir emniyet duygusuna teslim olur.
- Otantik modda ise kişi kaygı hissetse de kendi hayatı için sorumluluk alır. Kalabalık içinde silik, dikkati çekmeyen bir birey olmanın rahatlığını terk etme pahasına kendi benzersizliğinin farkına varır ve aslında olması gerektiği gibi olmaya çabalar. Kendi kendisi olma algısı ağır basmakta, dünyaya uyum sağlamak ikincil pozisyona itilmektedir. Kişi varoluşunun kırılganlığının farkındalığında ve varlığının getirdiği sorumlulukların bilincindedir.
İnsanlık tarihi boyunca kişiler bu iki denklem arasında sıkışmışlardır. Kalabalıktan ayrılmama pahasına elde edilen yanlış emniyet hissi, yani birey kendine karşı dürüst olmadığında yitirilen benliğin dayanılmaz ağırlığı ya da kaygı uyandırıcı olsa da varoluş halinin enerjisi, coşkusu.
Otantik birey bedensel ve ruhsal olarak kendiyle temas halindedir. Kendi hayatını düzenlerken imkanların ve kısıtlamaların bilincindedir. Varoluşçu psikoterapi bu noktada sahiciliği kolaylaştırmayı amaçlar ve sağlar.
Amaç ve anlam eksikliğine ilişkin belirsiz şikayetler ruh sağlığı uzmanlarına başvurularda ön sıraları almaktadır. Seçim, sorumluluk ve ölümlülük bu sarmal içindedir. Danışanların şikayetlerini sadece semptom olarak ele alıp hafifletmek daha pratik ve hızlı olsa da hayatın anlamını aramaya sevk etmeyen tedaviler, palyatif çözümler olmaktan öteye gidemeyecektir. Varoluşçu psikoterapi bunun için vardır.
Varoluşçulukta özgürlük kavramı önemlidir. Buradaki özgürlük, ‘’kendi hayatlarımızın yazarı olduğumuz, ezeli bir tasarım olmaksızın hepimizin bir kainat içinde yaşadığımız’’dır. Hayat temelsizdir ve hepimiz seçimlerimizde sorumluyuz. Bu varoluşçu özgürlük, korkutucu bir sorumluluk taşır ve kaygı doğurur. Birçok insan bu özgürlükten kaçma çabasına girer ve teslim olma arzusuna kapılır. Oysa birey dünyaya verdiği anlam, yaptığı hareketler ve başarısızlıklardan sorumludur. Sorumluluğu tamamlayıcı olan şey irademizdir. Son yıllarda irade, motivasyon ile sulandırılmakta, kaçış yolu olarak değerlendirilmektedir. Bir bireyin yaptığı davranışın belirli bir motivasyonla açıklanması, o kişinin davranışları ile ilgili sorumluluktan kaçmasına bahane olmakta, kişi otantik olmaktan uzaklaşmaktadır. Burada patolojik savunma düzenekleri devreye girmekte, psikolojik bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Varoluşçu psikoterapi, kişinin deneyiminin sorumluluğunu yeniden üstlenmesini sağlayacak, birey iç huzura kavuşacaktır.
Varoluşçuluk ve varoluşçu terapide bir diğer kavram izolasyondur. Dünyaya yalnız gelir, yalnız döneriz gerçeği varoluşçulukta önemli bir kaygı sebebidir. İnsan olarak her zaman diğerleriyle temas halinde olma isteğimiz vardır. Bu istek ile yalnızlığımız hakkındaki bilincimiz arasındaki gerginliği idare etmeliyiz. Erich Fromm, kaygının temel kaynakları arasında izolasyonu sayar. Ölümün her zaman yapayalnız gerçekleştiği gerçeği izolasyon duygusunun özünü oluşturur. Ayrıca birçok insan, dünyada hiçbir insanın kendilerini düşünmediği zamanların olacağına dair korkutucu hisler yaşarlar. Kişi kendi hayatının sorumluluğunu tam anlamıyla aldığı noktada, varoluşçu izolasyon algısıyla da yüzleşmiş olmaktadır.
Hayatı anlamlandırmak varoluşçu psikoterapide başka bir kavramdır. Hiçbiri kesin olmasa da ve bize verilmese de, bütün insanlar hayatta bazı anlamlar bulmalıdır. Kendi dünyamızı yaratmaktayız ve neden yaşadığımız ve nasıl yaşamamız gerektiği konularında doyurucu yanıtlar bulmalıyız. Her insanın hayattaki temel görevlerinden biri, hayatı destekleyecek kadar sağlam bir amaç bulmaktır. Birçok insanı ruhsal bunalıma sokan, ‘’hiçbir şey için hırs duymuyorum, neden yaşıyorum, sadece başarılı olmak beni tatmin etmiyor, bu yaşta halen ne yapmak istediğimi bilmiyorum, hayatı daha derin yaşamak istiyorum’’ gibi sorulardır. Bireyin hayattaki amaçlarını bulmasına yardım etmek terapinin başlıca görevlerindendir. Bunda da varoluşçu psikoterapi temeldir.
Varoluşçulukta en son ve en zor soru ise ölümlülüğümüzün farkında olmamızdır. En acı verici durum budur. Ne yaparsak yapalım, bir gün varlığımız sona erecektir. Biliriz ki en güneşli, sakin bir anda bile uzaktan yaklaşan bir fırtına mümkündür. Ve hayatlarımızı bu farkındalığın gölgesinde yaşarız. Elbette, hayatımızın her dakikasını ölüm korkusu içinde geçirmek büyük kaygı yaratacaktır. Ölümün getirdiği korkuyu yumuşatmak için bazı kompülsif davranışlar geliştirmek, eninde sonunda bizi kurtarmaya gelecek birine dair sarsılmaz bir inanç beslemek, kendimizi zengin ve ünlü olmaya çalışmak, çocuklarımız üzerinden kendimizi geleceğe yansıtmak gibi metotlar sıklıkla kullanılır. Var olmamaya dair yoğun dehşet yaşamak ilerideki olanakların olanaksızlaşmasını sağlar. Birçok ruhsal problemin ardında ölüm korkuları yatabilir. Ölümle yüzleşmeyi kabullenmek ve buna hazır olmak daha tatmin edici, zengin ve daha merhametli hayatlar yaşamayı sağlayacaktır. Ölümü hayatı zenginleştiren bir kaynak olarak gördüğümüzde kaygı azalacak, huzurlu ve mutlu bir yaşam kapısı açılacaktır. Varoluşçu psikoterapi bu amaçla devrededir.
Varoluşçu psikoterapide klinik olarak birey geçmişi, mevcut durumu, dağınık zihni veya dürtüleri tarafından yönetilen biri olarak değil, acı çeken varlık olarak görülür. Problemlerimiz dünyaya gelişimize bağlıdır. Bu bakımda birçok psikoterapi yönteminden ayrılan varoluşçu terapi, çatışmanın kaynağını geçmişte yaşanan olaylarda veya çarpıtılmış düşüncelerde aramak yerine hayatın kendisine yönelir. İncelenmiş bir hayat bireyi varoluşla yüzleştirecek ve kayda değer olumlu tepkilere yol açacaktır.
Birçok bireyi psikoterapiye yönlendiren amaçsızlık, sıkıntı, yaygın kaygı ve tatmin olamamaya dair belirsiz hisler psikolojik çatışmaların varoluşçu temellerini destekler. Bundan dolayı varoluşçu psikoterapi gerek bağımsız, gerekse diğer psikoterapi yöntemleri içinde sıklıkla tedavide yer bulur.
Özetle, varoluşçu psikoterapi nedir? sorusunu, duygusal tatların kaybıyla gelen mutluluk kaybını yerine koymayı amaçlayan bir terapi yöntemi olarak yanıtlayabiliriz.
Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi, Psikiyatri ve Psikoterapi Uygulamaları.
Psikoterapist ve Psikiyatrist Doktor Emine Filiz Uluhan.