Obezite ve Psikoloji
Dünya çapında bir sağlık sorunu haline gelen obezite giderek artan oranda tüm insanları etkilemektedir. Günümüzde yetişkin nüfusun üçte biri obez durumdadır.
Aşırı kronik yağ depolanması olarak tanımlanan obezite, insanın enerji fazlasını yağ olarak depolayacak şekilde evrimleşmesinden kaynaklanır.
Tanısı en kolay konan sağlık sorunlarından olan obezite, genetik, çevresel ve psikolojik etkenlerden dolayı tedavisi en zor durumlardan biridir.
Psikiyatrik anlamda bir yeme bozukluğu olmayan obezite, bazı psikiyatrist ve psikologlar tarafından yeme bağımlılığı olarak kabul edilir. Tıpkı alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı gibi beynin güdülenme, ödül ve ket denetiminde görevli bölgelerdeki sorunlarla ilişkilendirilmektedir.
Genetik özelliklerin obezite gelişiminde ve tıkanırcasına yeme eğilimindeki rolü birçok araştırmada görülmüştür.
Besin alımı ile enerji çıktısını dengelemede yegâne rolü oynayan hormon ise leptindir. Yağ hücreleri tarafından üretilen ve besin alımını engelleyici rolü olan leptin eksikliği, iştah artımına ve doyumsuz yeme isteğine yol açarak obeziteye sebep olur. Bazı insanlarda ise leptin düzeyleri normal hatta yüksek olmasına rağmen organizmanın rezistansı nedeniyle işlevsiz kalmakta, bu da kilo alımına yol açmaktadır. Mide tarafından üretilen grehlin ismi verilen hormon da iştah denetim sisteminde kilit rol oynayan bir faktördür. Grehlin düzeyinin yüksekliği iştahı arttırmaktadır. Kromozom anomalileriyle giden Prader-Willi sendromunda grehlin düzeyleri çok yüksektir ve şiddetli obezite görülür. Hormonal etkilerden dolayı yukarıdaki örneklerde olduğu gibi biyolojik yeme dürtüsü iradeyi alt edecek denli güçlü olabilmektedir.
Günümüzde sosyokültürel etkilerin rolü obezite etyolojisinde önemli yere sahiptir. Egzersizi ihmal eden sedanter bir yaşam ve tüketim alışkanlıkları obezite gelişiminde etkili faktörlerdendir. Obeziteyi öğrenilmiş bir yeme davranışı olarak da görebiliriz.
Ailedeki davranış örüntüleri de obezite gelişiminde rol oynarlar. Kaloriden zengin beslenme ve yemeği duygusal sıkıntıların azaltılmasında bir araç olarak gören ya da bir sevgi nesnesi gibi gören ailelerde obezite oranı yükselmektedir.
Obezitenin psikiyatri ve psikoloji ile olan bağlantısı stres, anksiyete, depresyonla olan ilişkilerini kapsar. Yoğun stres altında kalındığında ve kendimizi kötü hissettiğimizde şekerli ve yağlı gıdalar teselli olabilmektedir. Rahatlamak için yeme davranışı bazı hayvanlarda da görülmekte, özellikle karın bölgesinde yağlanma ile seyretmektedir.
Psikiyatrinin en önemli hastalıklarından olan depresyon, obezite ile yakından ilişkilidir. Depresyon ve obezite döngüsünde çoğu kez, erişkinlerde depresyon obeziteyi, çocuklarda ise obezite depresyonu izlenmektedir.
Aşırı yeme, sıkıntı ve depresyon duygularını azaltabilmektedir. Aynı zamanda obezlerin depresyon ve kişilik bozuklukları gibi psikolojik sorunları daha sık yaşadıkları bilinmektedir. Duygudurum bozuklukları, somatoform bozukluklar ve yeme bozuklukları gibi psikiyatrik hastalıklar da obezlerde diğer bireylere göre daha yüksek oranda görülür.
Obezler iç ve dış uyarılara normal kilodaki insanlara göre daha duyarlıdır. Hoşnutluk yaratan yemek tadı kişinin duygusal gerilimini azaltması nedeniyle kaygı, öfke, sıkıntı ve depresyonu önleme amacıyla kullanılmaktadır.
Obeziteye giden yolda zayıf olmaya yönelik sosyal baskılar, depresyon ve düşük benlik saygısı üçlü saç ayağını oluşturur.
Özellikle ergenlerde akranlardan yeterli destek görmeme, bilhassa kızlarda tıkınırcasına yeme riskini arttırmaktadır. Bunun arkasından fazla kilolu olma, yaşıtları tarafından reddedilme riskini arttırmakta, böylelikle bir kısır döngüye girilmektedir.
Obezitenin psikolojik yönünde zayıf olmaya yönelik sosyal baskı- bedeninden hoşnut olmama- diyet yapma- diyette başarısızlık- tıkınırcasına yeme döngüsü ve olumsuz duygular- tıkınırcasına yeme- kilo alma üçgeni temel patolojiyi oluşturur.
Vücutlarını beğenmeme, vücudunu acayip bulma, başkalarının da vücudundan dolayı kendisini çirkin bulduğu, hor görüldüğü, gülünç karşılandığı duygularıyla seyreden beden imajı bozukluğu ve stigmatizasyona (damgalanma korkusu, damgalanmamak için gizli tutmaya çalışmak) yatkınlıktan dolayı obezlerde sosyal kaçınma davranışı ortaya çıkmakta, bu da depresyon gibi psikiyatrik sorunların gelişimine katkıda bulunmaktadır.
Bunlardan dolayı obezite tanı ve tedavisinde obezitenin psikolojik yönü ihmal edilmemeli, kapsamlı fizik muayene, hormonal tetkiklerin ardından ayrıntılı bir psikiyatrik muayene ile psikolojik riskler ve karakter özellikleri saptanmalıdır. Obezite tedavisinde genel prensip, tedavinin bireyin psikolojik, sosyokültürel ve hormonal yapısına göre bireyselleştirilmesidir.
Stresle etkili baş etme konusunda bilgilendirme ve eğitim tedavinin ana unsurlarındandır.
Uygun olmayan beslenme alışkanlıklarından vazgeçmek, doğru beslenmeyi öğrenmek, fiziksel aktiviteyi benimsemeye yönelik olumlu davranışları pekiştirerek yaşam biçimi haline getirmeyi amaçlayan davranışçı psikoterapi ve kişinin psikolojik sorununa yönelik bireysel psikoterapi ve kişinin psikolojik sorununa yönelik bireysel psikoterapi desteği çoğu vakada gereklidir. Psikoterapi sırasında hipnoz ve hipnoterapi de tedavide etkili rol oynar.