Analitik Psikoterapide Kişilik Kuramı
Analitik psikoterapinin kurucusu Jung’a göre kim olduğumuzu anlama bilincimiz iki temele dayanır. Birincisi insanların bizim hakkımızda söyledikleri, yani toplumsal gerçeklikle yüzleşme, ikincisi ise başkaları hakkında yaptığımız gözlemlerden çıkardığımız bilgilerdir. Bizim kendimizi değerlendirişimiz diğerlerinin düşünceleriyle örtüşüyorsa kendimizi normal olarak değerlendirirken, tersi durumda ise diğer insanlar bizi, ya da biz kendimizi anormal olarak değerlendiririz.
Bunun yanında her bireyin kişisel bir bilinçdışı vardır. Kişiliğin doğrudan anlaşılamayan bu bölüm, rüya analizi ile açığa çıkarılabilir. Kolektif bilinçdışı olarak tanımlanan bu kısım bize kalıtsal olarak aktarılmış olup kendini arketip imgeler ve kompleksler yoluyla gösterir.
Bu tanımlar doğrultusunda Jung, insan psişesinin iki yönü olduğunu kabul eder.
- Kişinin algı, zeka, duygu ve arzularını kapsayan bilinç kısmı ki bu erişilebilir bölümdür.
- Kişisel bilinçdışı denen bölüm ise unutulan veya reddedilen kişisel deneyimler ve kolektif bilinçdışına ait unsurlardan oluşur ve doğrudan erişilemez.
Analitik psikoterapide kullandığımız kendilik kavramı, kişiliği düzenleyen ve bütünleştiren, kişinin evrildiği arketip bir enerjidir. Kendilik, kişisel gelişimin bir hedefidir. Sağlıklı bir kişilik gelişiminde kendilik giderek olgunlaşacak, yüksek seviyede aşama kaydedecektir.
Kendiliğin en önemli parçası egodur. Ego, ilk olarak çocuğun bağımsız bir kimlik algısı kazanmasıyla ortaya çıkar. Bilincin merkezi olan ego, bilinçdışı dünya ile gerçek dünya arasında aracı rolü oynar. Her iki dünyadan gelen uyarıcılar uygun şekilde filtrelendiğinde hiçbirisiyle kendini tanımlamayan veya hiçbirine yenilmeyen, güçlü ve esnek bir ego gelişecektir.
Jung’a göre kişisel gölge dediğimiz kavram, kişisel bilinçdışındaki egoyu dengeleyici bir unsur olarak kişilik gelişiminde önemli rol oynar. Gölge, egonun parçası olabilecek veya olması gereken ama gelişmeyi inkar veya reddeden her şeyi içerir. Kişisel gölge içinde hem olumlu hem de olumsuz yönler bulunabilir. Gölge unsurları çoğunlukla rüyayı gören kişinin hemcinsi tarafından saldırıldığı veya korkutulduğu rüyalarda görülür. Ayrıca nefret edilen ya da kıskanılan birey veya gruplara yansıtılarak bilince çıkar. Rüya analizleri bundan dolayı analitik psikoterapide önemli yere sahiptir. Gölge materyaliyle yüzleşmek, gölgeyi ve gölgeye verilen tepkiyi bilinçli kılmak olgun kişilik geliştirmede şarttır. Terapide temel hedeflerimiz bunlardır.
Analitik psikoterapinin öncüsü Jung, kötülük gerçeğine vurgu yapar. Kötülükle yüzleşmek, onun farkına varmak ve mutlak kötülüğün kalıtımsal arketip imgelerinden haberdar olmakla gerçekleşir. Sorumlu bir şekilde insani kötülükle yüzleşildiğinde birey kendi kötü eğilimlerinin farkına varacak ve davranışlarının sorumluluğunu alacaktır.
Persona bireyin toplumdaki toplum yüzüdür. Persona egoyu korur ve bireyin toplumla ilişkisini yumuşatarak egonun uygun yönlerini ortaya çıkarır. Uygun bir persona geliştiğinde düşünce, duygu, fikir ve algılar yeniden şekillenecek, kişiye özel hale gelecektir. Birey ya egolarıyla özdeşleşecek ya da oynamayı seçtiği rol gerçekten kendisiymiş gibi persona ile özdeşleşecektir. Terapide bu durum üzerinde çalışılır.
Jung’a göre yaşamın ilk bölümünün görevi egoyu güçlendirmektir. Böylelikle diğer insanlarla ilişkiler kurulur ve bireyin toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi mümkün olur. Yaşamın ikinci yarısında ise birey kişiliğinin gelişmemiş yönlerini düzeltmeli, eksik yönlerini tamamlamalıdır. Bu süreç bireyleşme adını alır. Bireyleşme, mükemmelleşme anlamında değil, bireyin kişiliğindeki nispeten olumsuz kısımların kabulü ve bunlara gelen etik ve kişisel tepkileri benimseyebilme anlamındadır. Jung’un kuramı bu yönüyle Freud’un kişilik kuramından ayrılır. Buna göre yaşam döngüsü boyunca gelişim ve değişim söz konusudur. Terapinin özlerinden biri de budur.
Jung’un kişilik kuramına yaptığı en önemli katkılardan biri de tipolojidir. Jung, burada bireylerin dünyaya tepki vermelerinin çeşitli şekillerini tanımlar. İki temel tepki çeşidi içe dönüklük ve dışa dönüklükdür. İçe dönüklük doğal ve temel niteliktir. İçe dönük kişiler zengin iç dünyalarını geliştirmek ve korumak için yalnızlığa ihtiyaç duyarlar, az ama öz arkadaşlıklar kurarlar. Dışa dönük kişinin gerçekliğinde ise nesnel veriler veya olaylar vardır. İçe dönük kimse dış dünyayı içsel psikolojisine uyarlarken, dışa dönük kişi kendini çevreye ve insanlara göre uyarlar. Bu bireyler diğerleriyle ilişki kurmada yüksek enerjiye sahip olup, çoğunlukla iyi ilişkiler kurar, kolaylıkla arkadaş edinirler.
Tipolojide gerçeklik dört zihinsel işlevden biriyle yapılır. Bunlar düşünme, hissetme, algılama ve sezgidir. Bu dört işlevin her biri dışa dönük ve içe dönük şekilde yaşanabilir. Tam bir oryantasyon için her dört işlev de eşit miktarda katkıda bulunmalıdır. Terapide bunlar üzerinde çalışılır.
Jung’un kişilik gelişiminde Freud’dan ayrıldığı bir nokta da ödipal dönem yerine ödipal safha öncesi deneyime yoğunlaşmasıdır. Oedipus kompleksindeki baba-oğul sorunlarından çok iyi anne-kötü anne arketip imgesini, bebeğin deneyiminin odağına yerleştirir.
Sonuç olarak analitik psikoterapinin yukarıda özetlediğimiz kişilik gelişimi çerçevesinde yapıldığını söyleyebiliriz.
Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi, Yetişkin ve Ergen Psikoterapisi Antalya.
Psikoterapist ve Psikiyatrist Emine Filiz Uluhan.