Psikanalitik Aile Terapisi
Psikanalitik yaklaşımlar, bilinçdışı dürtülerin ve bunların karşısındaki savunma mekanizmalarının ortaya çıkarılıp çözümlenmesine dayanır.
Aile terapilerindeki uygulamada tek tek aile üyelerinin çözümlenmesi değil, olgun aile içi etkileşimi bozan ve engelleyen temel istek ve korkular ele alınır.
Freud'un dürtü psikolojisi, insan doğasının özünde cinsellik ve saldırganlık dürtülerinin bulunduğunu savunur. Bu dürtüler doğrultusunda hareket etmek ise çocukluktan itibaren cezalandırılmaya uğrar ve zihinsel bir çatışma doğar. Bu çatışma ise hoşa gitmeyen duygulara sebep olur. Bu dürtüler doğrultusunda hareket edildiğinde cezalandırılacağı yönündeki düşünceler ki, bu çoğu kez bilinçdışında gerçekleşir, kaygıyı doğurur. Çatışmayı dengelemek ve etkilerini azaltmak için dürtüye karşı olan savunma mekanizmaları ya güçlendirir ya da doyum sağlamak için gevşetilir.
Bütün insanların takdir edilme arzu ve ihtiyacında olduğu fikri ise benlik psikolojisini oluşturmuştur. Anne babaları tarafından takdir gören çocuklar kendine güvenen kişilikler geliştirirler. Duyarsız, tepkisiz, mesafeli anne-babaların çocukları ise benlik duygusundaki eksiklikle hayat boyu dikkat çekmeye uğraşacak, sürekli onaylanma ihtiyacı duyacaktır.
Psikanalizin nesne ilişkileri kuramı ise bireyin en derin dürtülerini aile terapisinin toplumsal ilişkilere dayanan yüzüyle bağdaştırır. Bugünkü ilişkilerimizin temelinde çocukluk deneyimlerimizin biçimlendirdiği beklentiler yatar. Günümüzdeki nesne ilişkileri kavramı, egoyu nesne arayışı olarak tanımlar, iç güdülerin rolünü geri plana iterek sevgiyi cinselliğin önüne geçirir. 1950'lerde ego bölünme görüşü ortaya atılmış, ego, kendi parçası, nesnenin parçası ve ilişki ile bağlantılandırılan duygulanımı içeren bölümlere ayrılmıştır. Bölünmenin çözümlenmediği durumlarda ya hep ya hiç veya her yönden iyi ya da her yönden kötü gibi bir algı ve düşünce tarzı oluşmaktadır. Dış nesne ile ilgili deneyim, doyuma götüren ideal nesne, öfkeye yol açan ya da reddedilen nesne ve özleme yol açan, motive eden, heyecan veren nesne olarak üç kısımda incelenebilir. Bebeklerde tek ve sürekli bir nesneye bağlanma gereksinimi vardır. Bu bağlanma döneminden sonra ayrılma- bireyleşme gelişim sürecinin başarıyla tamamlanması gerekir. Bu sağlıklı bir şekilde gerçekleşmezse okula başlarken, ergenlik dönemine girerken ya da yetişkinliğe adım atarken kriz doğabilir. Annenin çocuğa verdiği sevgi ve şefkat, içselleştirilmiş iyi nesneler oluşturmasını kolaylaştırmak ta bu da kişinin kendinin ve başkalarının iyi olduğuna dair güven ve beklentiyi arttırmaktadır. Tersi durumda ise erişkin dönemde bağlanma problemi yaşayan yetişkinler gelişmekte, bu da aile ilişkilerinde sorunlar yaratmaktadır. Çocukluk ve erişkinlik dönemlerinde sağlıklı bir nesne ilişkisinin oluşması, bebeklik döneminde tek bir anne nesnesine fiziksel ve duygusal bağlanma ile mümkündür. Sağlam bir kişisel benlik oluşumunda ise bebeğin anne ile bütünleşmesi ve özdeşleşmesinin önemi büyüktür.
Bebeğin gereksinimleri azaldığında, anne eskisi kadar bebeğin yanında kalamayabilir. Anne- bebek ilişkisi ilk aylarda güvenli ve sevecen biçimde geliştiyse, daha sonraki aylarda annenin desteğini içsel bir nesne olarak koruyarak, annenin ayrılığını tolere edebilir. Bu geçiş döneminde anneden uzaklaşmanın getirdiği kaygıyı hafifletmede yumuşak bir oyuncak ya da battaniye, yastık gibi bir materyal geçiş nesnesi vazifesi görebilir. Kendi odasında gece yalnız uyuyan çocuğun oyuncak ayısına sarılarak yatmasının sebebi budur.
6. aydan itibaren uzun sürecek bir ayrılma- bireyleşme dönemine girilecektir.
Cee- cee oyunları, bebeğin emekleyerek anneden uzaklaşıp tekrar heyecanla ona doğru sürünmesi ilk ayrılma denemeleridir. Çocuk burada az sonra annesine kavuşacağının güveni içindedir. Benlik kuramındaki içe yansıtmalar bu dönemde gerçekleşir ve çocuk kendini bağımsız bir varlık olarak görmeye başlar. Annenin kaybı ya da reddedici tavırları veya anne de kaygısından dolayı bebeğiyle olan simbiotik ilişkiyi yitirmekten korkuyorsa bu süreç tersine dönecek, iyi nesne ilişkilerini gerçekleştiremeyen çocuk ileride hem ayrılığa katlanamayan, bağımlı bir birey olacak hem de yakın ilişkilere giremeyecektir.
Anne- babanın bebeği anlayış ve kabulü, bebeğin de anne ve babasını idealleştirerek, annem ve babam harika biri, ben de onların bir parçasıyım inancı benliğin gelişimini olumlu yönde etkileyerek, temel güven duygusu yerleşmiş olacaktır. Daha sonraki aşamalardaki anne- babayla özdeşleşme ile de güçlenecektir.
Bebeğin ve çocuğun ilk yıllarda anne ve babasına duyduğu abartılı idealleştirme düşleri zamanla normalleşerek kendi benlik değerlerine dönecektir. Unutmayalım ki kişisel değerlerin temeli anne- babayı idealleştirme ile atılmaktadır, bu düşler zamanla normalleşerek kendi benlik değerlerine dönecektir. Buradaki bir travma narsisistik kişilik gelişimine yol açacaktır. Narsisizm, Freud' a göre biyolojik temelli kendini koruma içgüdüsünün zirve yapmış halidir. Kohut ise narsisizmi kim ve ne olduğumuza dair ideallik duygusunun hasarlanmasına bağlamıştır.
Kısacası bahsettiğimiz psikanalitik kuramların çerçevesinde, psikanalitik aile terapileri, evlilik ve aile terapilerinde çiftlerin erken çocukluk dönemlerinin bugün yaşadıkları sorunların temelini oluşturduğunu savunur. Bireyler ne kadar olgun ve sağlıklı ise aile de o derece mutlu ve uyumlu olacak, onların çocukları da mutlu yuvalar kuracaklardır.
Psikanalitik kuramda günümüzde Freud' un cinsellik ve saldırganlıkla ilgili dürtüsel bilinç dışı çatışmalarından ziyade evlilik ve aile terapilerinde nesne ilişkilerine ağırlık verilmektedir. Nesne ilişkilerindeki erken çocukluk dönemine dayanan korku kaynaklı kaçış, günümüzde aile ve evlilik sorunlarının en derinde yatan nedeni olup evlilik ve aile terapilerinin temel uğraşı noktasıdır.
Psikanalitik aile terapilerinde odak nokta yansıtmalı özdeşimdir. Burada çiftlerden biri, karşı tarafta kendi kişiliğinin istemediği niteliklerini algılar ve onda bu algısını doğrulayacak tepkiler yaratır. Yansıtmalı özdeşim etkileşimsel bir süreçtir. Anne baba kendi kaygılarını çocuğa yansıtırken, çocuk ta bir süre sonra onların korkularını doğrulayacak davranışlara girmektedir.
Gelişimsel bağımlılık aşamasını, çocuklukta sağlıklı biçimde aşamayıp farklılaşması eksik kalan çocuklar ergenlikte kriz yaşarlar. Bu durumda ergen ya bağımlılığa sığınır ya da isyan çıkarır. Başkaldırırken de, görünürdeki gurur ve özgüvenin altında derin bir bağımlılık özlemi vardır. Bu durum ileride evlilik, çift ve aile ilişkilerinde sürekli onay arayışına girme ya da her türlü etki ve iletişime kendini kapatma şeklinde kendini gösterir.
"Aşkın gözü kördür" deyişi psikanalitik yaklaşımda doğru bir sözdür. Burada seven kişinin sevilen nesneye aşırı değer biçerek idealleştirmesinden kaynaklanan zayıf kararlar vermesi söz konusudur. Seven kişinin narsistik libidosu tavan yapmış ve sevgi nesnesi yani sevgili ulaşılamayan ideallerin yerini almıştır.
Çocuklar reddedilmekten korktukları için duygularını bastırma eğilimindedirler. Bu durum sahte benlik olarak isimlendirilir ve olduğundan farklı görünme durumudur. Sahte benlik olgusunu atamayan bireyler flört dönemlerinde kendilerini olabilecek en iyi şekilde göstermekte, kötü yönlerini evlilik öncesi bastırmakta, evlendikten sonra eski hallerine dönmektedirler. Bu, evlilik ve aile terapilerinde sık karşılaştığımız bir durumdur.
Aile terapileri ve evlilik terapilerinde psikanalitik bakışta, yansıtmalı özdeşim çiftler tarafından mutlaka bilinmesi ve çözülmesi gereken bir konudur. Burada karşılıklı bir etkileşim söz konusudur ve bireyler karşı taraf üzerinde bilinçdışı etkiler yaratarak, onlarla gerçek ve hayali bir ilişkiyi aynı anda paylaşırlar. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Zengin ve işinde çok başarılı bir adam ile genç ve güzel eşini ele alalım. Narsist erkekler eş seçiminde genelde çok güzel ve çekici ya da kendilerine tapacak birini ararlar. Görünürde mutlu bir evlilikleri olan çiftten, erkek daha çok kendi işine gömülü yaşamakta, kadın ise limitsiz kredi kartının verdiği avantajla lüks alışveriş, spor ve güzellik merkezlerinde zaman geçirmektedir. Ayda bir iki kez genç ve güzel karısını koluna takarak gecelerde görünmek, erkek için büyük gurur kaynağı olmakta, onun aşırı para harcamasından hoşlanmamasına ve eşini içten içe hor görmesine rağmen narsisistik duygularını tatmin ettiği için duruma katlanmaktadır. Bu aslında erkeğin kendini karısında bulmasına neden olan yansıtmalı özdeşim düzeneğinden kaynaklanmaktadır.
Yansıtmalı özdeşim bireye çocukluğunda aşılanmaktadır. Çocuklar daha doğmadan anne babalarının düşlerinin bir parçası olmakta, bazen bozuk giden bir evliliğin kurtarıcısı, bazen anne babanın başarısız olduğu noktalarda başarıya ulaşacak biri, bazen babadan duygusal yakınlık alamayan annenin sevgi nesnesi, soyunun sürmesini sağlayacak yegâne kurtarıcı rollerini alabilmektedirler. Bu da gerçek ne olursa olsun çocukların, ebeveynleri tarafından dahi, yakışıklı, güzel, korkusuz, emsalsiz ya da kötü, çirkin, çaresiz gibi algılanmalarına neden olmaktadır. Çocuklara verilen Yeter, Dursun, Döndü gibi isimler ebeveynlerin bu konudaki hatalarıdır. Anne babanın savunma amaçlı gereksinimleri bunu doğurmaktadır. Çocuk ta zaman içinde yansıtılan kimlikle işbirliği yapmakta, anne babanın yadsıdığı duyguları simgeleşmiş biçimde ortaya koymaktadır. Yaramaz bir çocuk karısına öfke duyan babanın bastırılmış duygularının, bağımlı bir çocuk korkulu bir annenin, kabadayılık taslayarak kendinden zayıfları ezen bir çocuk kendine güvensiz ve yetersiz bir babanın yansıması olabilir.
Psikanalitik yaklaşımların dürtü kavramı bireylerin bir kaçış yolu olarak kullanılamaz. Örneğin, evlilik dışı bir ilişkide, bastırılan cinsel isteklerin dışa vurumu gibi bir bahane geçerli değildir. Etik sorumluluk insani bir özelliktir. İyi aile ilişkileri, aile üyelerinin birbirine etik davranmasını, diğer üyelerin esenlik ve çıkarlarını göz önüne almayı gerektirir.
Son söz olarak diyebiliriz ki psikanalitik kavram ve kuramlar birçok aile terapisi ve evlilik terapisi yaklaşımlarında rutin olarak kullanılmaktadır. Psikanalitik aile terapisinde amaç, aile üyelerini bilinçdışı sınırlanmalarından kurtararak sağlıklı iletişim kurmalarını sağlamaktır. Psikoterapist, evlilik ve aile terapilerinde, evlilik ve ilişkide halihazırdaki mevcut sorunların, kendi ailelerinde yaşadıkları çatışmaların bilinçdışı sürdürülmesinden kaynaklandığını ve bu işleyişi göstermek durumundadır.
Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi olarak biz de, aile terapileri ve evlilik terapilerinde, psikanalitik yaklaşımın nesne ilişkileri bağlanma kuramı ve yansıtmalı özdeşimin tanımlanmasına özel önem veriyoruz.
Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi.
Antalya Aile Terapisi.
Antalya Evlilik Terapisi.
Psikiyatri Uzmanı Filiz Uluhan.