Ruh Sağlığı İçin Alternatif Terapiler
Meditasyon, yoga, İslamiyet’ te tefekkür benzeri derin düşünceye dayalı uygulamalar bir çeşit psikoterapi olup her kültür ve dinde yer bulmaktadır.
Kişinin ruhunun saflık, temizlik ve masumluğunu temel alarak, mükemmelliğin gücüne her insanın ulaşma potansiyeli olduğunu savunan Budizm’ de Buda kavramı, birçok psikosomatik hastalık tedavisinde kullanılabilen ve ruhun beslenmesini sağlayarak huzur veren Taocu yoga, etkili öğrenme ve iletişim konusunda çok önemli katkılar sağlayan Konfüçyüs’ ün “sessiz oturuş” öğretileri, zihnin vücuttan bağımsızlığını savunan, Yahudilerin Tzeruf’ u, insanın akıl yoluyla erişemediği gerçeklere ulaşmakta manevi değerleri kullanmayı öneren Sufizm, gerek İslamiyet gerekse Hristiyanlık’ ta düşünmenin önemini vurgulayan tefekkürün derin düşünceye dayalı psikoterapi yöntemleri olduğu, terapötik etkilerin bulunduğu, günümüzde kabul edilmiş gerçeklerdir.
Tüm bu uygulamaların kendine özgü, bugünkü bilimsel temellere uyan psikolojik ve felsefi kuramları da mevcuttur. Derin düşünceye dayalı, bu uygulamalar, destekleyici hayat tarzlarının yanı sıra, yoga tarzı nefes alma gibi egzersizlerle mutluluk ve huzuru yakalamayı hedeflemektedirler.
Meditasyon ve tefekkür psikoterapi bakımından hemen hemen aynı anlamları ifade ederler. Yoga tarzı soyut meditasyon, Budist farkındalık ya da iç görü meditasyonu denen “vipassana” derin düşünceye dayalı tekniklerdir. Farkındalık meditasyonlarında her düşünce ve yaşantıya yargılamadan bakmayı öğrenerek, duyarlı bir farkındalık geliştirme amaçlanır.
Meditasyonda zihinsel süreçler ruhsal yapıyla birleştirilerek dikkat ve farkındalık süreçlerinin eğitimini değil, duygu, düşünce ve imgelerin dikkat ve farkındalık nesnesi olarak doğrudan değişimini hedefler.
Yoga da ise etik değerler, yaşam tarzı, vücut duruşu, beslenme, doğru nefes alıp verme, fiziksel egzersiz ve entelektüel analizler de terapiye katılır. Çoğu kez sadece vücut duruşu egzersizleri gibi bilinen yoga, aslında komplike, kapsamlı bir bütünleyici psikoterapidir.
Derin düşünceye dayalı psikoterapiler, genelde birçok insanın zihinsel durumunun kontrolsüz olduğunu savunur. Bu da gereksiz psikoloji sorunları doğurur. Önemli olan zihnimizin eğitilebilir ve geliştirilebilir olduğunu bilmek ve bu kapasiteyi kullanmaktır.
Maalesef zihinsel durumumuzun kontrol altında olmadığını çoğu kez fark edemeyiz. Burada içinde bulunduğumuz kültürün yanı sıra, savunma mekanizmalarının ruhsal durumu maskelemesi de rol oynar. Zihinsel durum kontrol altında olmadığında psikolojik acı çekmek kaçınılmazdır.
Zihinsel eğitim sağlandığında birey kendine ait olduğunu sandığı yalancı imge, öz ve ego baskısından kurtulacak, gerçek tabiatın derinliklerini ve önemini görecektir. Zihnin eğitilmesi mutluluğu ve iç huzuru arttırırken, konsantrasyon, motivasyon, enerji, iç görü, empati, merhamet, paylaşım, karşılıksız sevgi, neşe, iyimserlik gibi bir çok olumlu nitelik te kazanılacaktır.
Derin düşünceye dayalı psikoterapilerin tüm amacı, zihni eğitmeye yönelik etkili yöntemler sunmaktır.
Gerek Batı, gerekse Doğu’ daki tüm felsefi, dini ve psikolojik öğretiler insanların yarı gelişmiş ve yarı uyanık olduğunu savunur. Bireysel ve geleneksel özellik ve koşullamalar gelişmeyi bir noktada durdursa da, ileri düzeyde gelişmek her zaman mümkündür ve bireyin elindedir. Ben ötesi kavramlar günümüzde sadece derin düşünceye dayalı disiplinlerin değil, Batılı psikoterapilerin de ilgi odağı halindedir.
Meditasyon ve yoga en az 3000 yıllık bir tarihe dayanmaktadır. Yunanistan’ da Sokrat, Plato ve Aristo üçlüsü sistematik düşünceye dayalı felsefi ve psikolojik disiplinleri ortaya koyarak, akılcı sorgulamanın ilk bilimsel temellerini atmışlardır.
Anavatanı Hindistan olan yoga düşünce, duygu, dikkat ve motivasyon odaklı 4 ana yaklaşım ortaya koyarken, Budizm dünyanın en önemli ve etkili içebakışçı psikolojisini geliştirerek zihinsel eğitim ve arınmada büyük mesafeler kat etmiştir.
Zihin geliştirmenin sessizlik ve iç gözleme dayandığı fikrinin getirdiği derin düşünceye dayalı uygulamalar Musevilik ve Hristiyanlıkta da, Müslümanlıktaki tefekküre benzer aktiviteleri içermektedir. Tüm bunlarda konsantrasyon ve odaklanmaya yönelik dikkat kapasitesi, iç görü ve bilgelik gibi bilişsel beceriler, sevgi ve şefkat gibi duygular ön planda ve ortak özelliklerdir.
Derin düşünceye dayalı tüm disiplinler, günümüzde de modern psikoterapilerin temel noktası olan “kendini tanı” düşüncesine dayanır. Hepimiz gözlerimizi kapatarak kendimizi dinlemeli ve içimizdeki doğuştan gelen uyanıklığı ortaya çıkarmalı, onu kullanabilmeliyiz.
Farkındalık temelli bilişsel terapiler, sanat ve uyku terapileri, diyalektik davranış terapisi, kabullenme ve adanma terapileri günümüzde derin düşünce disiplinlerinden en çok etkilenen psikoterapi yöntemleridir.
Batılı psikolojik teoriler günümüzde derin düşünceye dayalı psikoterapilerle bütünleşerek yeni sentezler yaratmışlardır. Walsh ve Vaughan’ ın ben ötesi psikolojisi ile Ken Wilber’ in bütünleyici psikolojisi bu konuda en bilinenleridir. Bu terapilerde egzersiz, Tai Chi gibi farkındalık hareketleri, yoga ve beslenme düzeni, kişilik öncesi, kişilik ve ben ötesi farkındalıkla birleştirilmektedir.
Derin düşünceye dayalı psikolojik yaklaşımlarda, bilincin kendine özgü özel bir içeriğe sahip büyük bir potansiyel barındıran bir kısmı olduğuna inanılır. Algısal duyarlılık, açlık, konsantrasyon, kimlik algısı gibi birçok duygusal ve bilişsel süreç bu kısımda işlenir. Normal kapasitenin haricindeki ek kapasitelere ulaşmak “yüksek haller” olarak bilinir. Uyanıkken, rüya görmeden uyanmayı hedefleyen derin düşünceye dayalı psikoterapiler, bu uyanmayı özgürleşme, aydınlanma, kurtulma yani satori, fana ve Nirvana olarak tanımlarlar. Özünde bilişsel süreçlerimizin sandığımızdan daha az bilincinde olduğumuz gerçekliğidir. Fark edemediğimiz bilişsel algı bozukluklarımız ve otomatikleşmiş bazı davranışlarımız problem yaşamamıza sebep olmaktadır.
Derin düşünceye dayalı psikolojilerde kimlik ve kendilik de önemli bir yer tutar. Buna göre bireyler hatalı kimlikten dolayı sıkıntı çekmekte, huzura kavuşamamaktadır. Bireyler çoğu kez kendi oluşturdukları kavram ve imgelere takılarak yanlış özdeşim kurbanı olmaktadırlar. Yoga ve meditasyon uydurma öz imgemizden kurtulmamızı sağlayarak farkındalığı arttırmakta, özünü bulan kişi huzur ve mutluluğu yakalamaktadır. Gerçekte kim olduğunu algılayan birey mutluluk için en büyük adımı atmıştır.
Derin düşünceye dayalı psikolojik yaklaşımlar, dürtülerin hayatta kalmaktan kendini aşmaya doğru hiyerarşik bir düzende olduğunu kabul eder. Yoga felsefesi açlık ve susuzluk gibi hayatta kalma dürtüleri karşılığında, sırasıyla cinsel doyum ve güce ulaşma, güç sahibi olma gibi daha yüksek dürtülerin ortaya çıktığını söyler. Kendini aşma ise, yanlış yapılanmış kimliğimizin üstüne çıkıp varlığımızın bütünlüğünü harekete geçirip, gerçek doğamızın ve potansiyelimizin farkına varma ile olacaktır. Dürtü körlüğünde kişiler para, cinsellik, prestij, güç, makam ve statüyü mutluluğu sağlayan yegane araçlar olarak görmekte ve bunun yanılgısında mutsuzluk girdabına kapılmaktadırlar. İşin kötüsü bunlar elde edildiğinde dahi birçok insan daha fazlasını istemekte, bir türlü doyuma ulaşamamaktadır. Temel ihtiyaçlar dışındaki kazanç üstüne kazancın, mal mülk üstüne servetin mutluluğu şaşırtıcı derecede az etkilediği bilimsel olarak gösterilmiştir. Bu gerçeklik tüm dinlerde ve derin düşünceye dayalı öğretilerde her zaman dile getirilmektedir. Peygamberimizin, “Sizin içinizdeki en zengin kişi, aç gözlülüğe hapsolmamış olandır” sözü buna en güzel örneklerdendir.
Kendini aşan insanlar öfke ve korkularına hâkim olurken, sevgi ve şefkatte de koşulsuz ve tereddütsüz verici olabilirler. Zihnin huzursuzluğu dinginleşir, derin huzur ve konsantrasyon sağlanır. Ölüm, mutluluk, acı çekme gibi varoluşsal meselelerin getirdiği kaygılardan sıyrılarak bilgelik geliştirilir.
Yoga ve meditasyon gibi derin düşünceye dayalı psikoterapilerde konsantrasyon ve farkındalık üzerine çalışılır. Sonuç olarak psikolojik sağlığı yakalamak hedeflenir. Arzulara kapılma, tiksinme ve hezeyan gibi sağlıksız zihinsel özelliklerden kurtulmanın yanı sıra sağlıklı zihinsel özellikleri ve kapasiteyi geliştirerek ben ötesine geçme sağlandığında istenen gerçekleşmiş olacaktır.
Meditasyon ve yoga ile neler kazanılabilir;
1)Etik davranma, etiğin anlamı ve önemi kazanılır. Etik değerler sayesinde bireyler yaptıklarının bir fedakârlık değil, hem kendilerine hem de diğer insanlara hizmet olduğunu öğrenir. Buda, olgun etiği şöyle tanımlamıştır. “Ne yaparsanız, kendinize yaparsınız.”
2)Korku, öfke, kıskançlık gibi problemli duyguların yerini sevgi, neşe, şefkat gibi olumlu duygular alır. Zihin sükûnete erer.
3)Dürtü kontrolü sağlanır. Birey dürtülerinin esiri olmaktan kurtulur.
4)Dikkat ve konsantrasyon sağlanır. Yoga felsefesinde “Ne üzerinde düşünürseniz ya da dikkatinizi neye odaklarsanız, o olursunuz” der. Yani kızgın bir insanı düşünmek kızgınlık,mutlu bir insanı düşünmek sevgi ve mutluluk doğuracaktır. Bu sayede olumsuz duyguları olumluları ile değiştirmek mümkün olurken, sınavlarda ve iş hayatında başarıyı arttırmakta da mümkündür.
5)Farkındalık kazanılır. Kişi hayatın her anına, her yeniliğe daha duyarlı, doğru ve değer bilinciyle yaklaşabilir. Gölgelenmiş duygular, çarptırılmış arzular dengesini bulur.
6)Varoluşsal gerçekler hakkında derin ve sağlıklı bir anlayış kazanılır. Bu bir çeşit bilgeliktir. Ölüm, belirsizlik, yalnızlık, kâinattaki küçüklük ve zayıflığımız, hastalık ve acılarla baş edebilme gibi varoluşsal konular bunlar arasındadır.
7)Diğerkâmlık dediğimiz, diğer insanlar için en iyisini yapmak ve bunun için bir karşılık beklememek, zihnin dönüşmesini sağlayan ve huzuru getiren en önemli özelliklerdendir. Günümüz psikoterapistlerince de çok önem verilen diğerkâmlık şiddetli arzu, kıskançlık ve kaybetme korkularını engelleyerek, sevgi ve mutluluk gibi olumlu duyguları güçlendirmektedir. Yardım etmenin güzelliğini yaşayan, cömert, öç alma, nefret, acı çektirme gibi duygularından sıyrılmış kişilerin mutlu oldukları kanıtlanmış gerçekleredir.
Psikoterapist Filiz Uluhan.
Antalya Psikoterapi Merkezi.